31 Mart 2012 Cumartesi

Anime tadında anne!


1 Nisan şakası yapmamayı hayatımın erken yaşlarında koşullandırma yöntemiyle öğrendim. Aslında eşek şakası yapmamayı öğrenmiş olmam gerekirdi ama yediğim dayağın tadı hala damağımda, bu kekremsi tat her türlü şaka yapmamı engelliyor.

Sene 95, merhaba ben çirkin ergen. Damarlarımda dolaşan kanda asalet namına hiçbir şey yok. Zaten Galatasaray lisesine de göndermemişler, kalmışım bu salak okulda, başlıca düşmanım anam. Anamın da şu hayatta bildiğim tek bir zaafı var. Ben! Doğal olarak kaşıyacağım o zaafı. Böyle problemli bişiyim, okulda ne hocalar, ne gözetmenler, kimse bana bulaşmıyor. Cep telefonu falan da yok o zamanlar. Revir ablayı ayarladım, annemi arattım. "Kızınızın bacağı üç yerden kırıldı, gelin alın."

Annem işten çıkıp okula nasıl intikal etti. O arada neler yaşadı, hiç sormadım. Anne değil mi işte? Çocuk gözünde, acıkmaz, aşık olmaz, kızmaz... Üzülür ama... anneler öyle adam gibi şeylere de üzülmezler. Mesela benimki odamı toplamayınca üzülürdü, tabakta kalan 2 lokma pilava üzülürdü, tarih dersinde tutankamonu bilemedim diye üzülürdü. e come on ama!

Neyse... geldi benimki. O ağır demir kapıdan içeri fişek gibi girdiğini hatırlıyorum. Sonrası anime tadında. Ortalıkta sağlam bacakla zıplayan pokemonunu gördü. Sevindi... Müdür yardımcısına gitti, izin dilekçesini imzaladı, aldı beni eve gidiyoruz. Herşey normal... Lay lay lay, üstelik öğleden sonrayı da kırmışım. Öğle yemeği de ısmarladı. Bindik arabaya konuşa gülüşe gidiyoruz. Ama içimde pis bir ses var. "Eve gitme laaaaan" diye ciyaklıyor.

Annem anahtarı taktı kapıya, ve o an işte ne olduysa oldu. Kakashi San, Jiraiya, Orochimaru karışımı birşey, bildiği, bilmediği, tahmin ettiği tüm taijutsu teknikleriyle girişti. Pat küt seslerle annemin cırlak sesi melodik bile sayılabilirdi aslında. Ska tadında. E biz de pogo yapıyorduk zaten. Yeterince hırpalandığımı düşünmüş olacak ki,  öldürücü darbe ninjutsu ile geldi. Annem Byakugan'ını açtı.

Ne Byakuganmış ama... üstünden 17 sene geçti... kadın öğrendiği tekniği unutmadı... arada bir hala açar çakraları, aynen o bakışı atar...

30 Mart 2012 Cuma

Kendi kendini gerçekleştiren kehanet


Uyanıyorum, kafam aşure kazanı gibi. Nohutlarla, fasülyeler bir olmuş, incir ve kayısılarla alay ediyorlar. İçimdeki bütün kötülükler, kalan birkaç iyi yönümle kıyasıya mücadele ediyor.

Hızlıca ego durumlarımı kontrol ediyorum. Çocuk? Burada.. Ebeveyn? Burada... Yetişkin?... Yetişkin?.... Of biliyorum tabii ben bu halimi... içimdeki gerizekalı yetişkin yine tribini takınmış, siktir olmuş gitmiş.  Eh... kafasını toplayıp geri gelene kadar bu haldeyiz demek. Bu sefer ne kadar sürecek acaba... Şımarık çocukla, eleştirel ebeveynin saçma sapan tartışması... Bari içimdeki destekleyici ebeveyn olsaydı... anama çekmiş... dırdırdırdır. Çocuk iyi mi peki? Millette ne küçük profesörler var, benimki uyumlu çocuk ile asi çocuk arasında bir yerde. Uyumsuz olması gereken yerde uyumlu, nerede faydalı bişi var, takınır en asi tavrını.

Yataktan kalkmak lazım. Ama aşure savaşı beynimde tam gaz. Allah kahretsin be, ne giycem şimdi ben? Gözlerim de çapak çapak... lenslerimi temizlemem lazım bir ara (hay başladı kodumun ebeveyni) Temizlemicem ulan! (ooo çocuk da buradaymış çıstak çıstak)

Tamam dur sakin... ne yapıyordu salak yetişkin bu durumda? 2 aikijitsu hareketiyle ikisini de yere yapıştırıyordu tamam. Bana bak çocuk... git şu köşede otur, zırıldama, ebeveyn, sen de al eline örgünü, geç çocuğun yanına hadi bakiim.

Geçtiler kenara oturdular oturmasına ama, koltuktaki kavga hala devam ediyor. Şeytan şunların ikisinin birden ağzını burnunu kır diyor demesine de... neyse canım, millet psikiyatriste bi ton para veriyor da bu ikisi yine terbiye olmuyor...

Yine anne karnında cenin pozisyonu, mavi kot-beyaz t-shirt, idare eder bugünü.

Yok yok... geri gelmez bu yetişkin bu sefer... ne var yani... evet kızmış olabilirim... içimdeki çocuk, "aldatıyor işte seni" demiş, ebeveyn de onu destekleyip, "sen en iyisi onu terket" demiş olabilir... hayır, basıp gitmek yerine, kalıp adam gibi analiz yapıp nasıl davranmam gerektiğini söylesene... ama yok nerede... sevgili yetişkinim kendisinin dinlenmemesine her zamanki gibi bozulmuş...

Anlayan anlamayana anlattı : Kıskançlık böyle bişi işte. İçindeki ebeveynle çocuk birbirini yerken, yetişkini küstürürsen, saçmalıkların ve kuruntularınla kehanet kendini gerçekleştirirken... koltukta çocuğunla, ebeveyninin arasında oturur, patlamış mısır yersin.



29 Mart 2012 Perşembe

140 karaktere sığmayan tweetler!



1- Hayatın kendisi bipolar. Ben bipolar olmuşum çok mu lan? Bir sıcak, bir soguk, içine etti dengemin. Her sabah kalkıyorum, "hoşgeldin mani" diyorum güneşi görünce, dışarı bir çıkıyorum, tüh, bugün de depresyon günüymüş. Sonra dengesizsin diye bana kızıyorlar. "Beni bu güzel havalar mahvetti" modunda kalkıp, "ben her bahar cacık olurum"la devam edecekken tam, hıyar gibi kalıyorum. O yoğurt hep eksik işte!

2- Ey eski sevgili, ben senin gelmişini, geçmişini... dur lan... o geçmişte sen de varsın. helloo? eski boka su serpme bebeğim, hiç gerek yok. al eline kalemi kağıdı, ciğerini biliyorsun zaten adamın, yaz, bi de resmini çiz, git gül ağacının dibine göm, eski boku da tezek olarak kullanabilirsin. dönerse senindir, dönmezse koy götüne. pliz du nat tıray dis et hom!

3- Manita süper kelime be. Bu lafa kızan hatun kişiyi anlayabilmiş değilim. Ulan herkes sevgili olabilir. önemli olan manita mertebesine yükselebilmek. Ya da ben mi yine kıçımdan istatistik yapıyorum, bilemedim. 100 kıza sorduk, 99'u "oeh iğrençsin yeaa" dedi... banaysa sanki o ilişki bir eğlence içeriyormuş gibi geliyor. sanırım işin sırrı manita olmak ya da olmamakta gizli.

4- "Feysbuk statusümü neden beğenmiyorsun bebeemmm?" Günümüz ilişkilerinin bu sebepten bitebileceğini biliyor muydunuz? Bu sorunun cevabının kazanma şansı yoktur. Ne desin şimdi herif? "Ne yazmışsın görmedim" mi? (Bak bak bak, listesindeki 380 tane şıllığı takip ediyor, ben umrumda değilim?) yoksa "Beğenmedim ki" mi? (lan ben senin sevgilin değil miyim? ak da yazsam beğencen, bok da yazsam beğencen) Benim en sevdiğim cevap bu durumda "ama bebeeem herşeyini like edemem ki?" (vay öküz, kesin başka biri var bunun hayatında, dur ben sana yapacağımı biliyoruuummm.... sevgilimmm ben diyorum ki, ilişkimiz artık belirli bir seviyeye geldi (deniz seviyesinde +0 santigrad derecede) şu bilmemkim is in a relationshipi yapsak artık). Yine en iyisi "hemen begeniim bebeem" gibi bişi olsa da "hah ben söyledikten sonra ne kıymeti kaldı" riskini göze almak lazım.

5- Beyaz türklerden oluşan bir feysbukum, beyaz türklerden oluşan bir de twitterim var. ya da bizler mi zenciyiz? Seçim araştırma şirketim olsa, kesin batardım. Feysbuk ve twitter popülasyonuma göre, yüzde 80 chp, yüzde 20 çekimser ve geçersiz oy çıkmalıydı (evet bazıları rengini belli etmiyor, ve evet bazılarının oyu ise kafadan mutlak butlan sayılmalı, o derece). Seyfoyla aramdaki husumet o gün bugün devam ediyor. Üniversite boyunca 4 kere aynı dersten çaktırdığı yetmiyormuş gibi (ha iktisat özürlüyüm ben, öyle dediydi seyfo) bir de seçim akşamları Atv'de boy gösterip, sandıkların daha yüzde beşi açılmamışken çıkıp, akp yüzde 51 demiyor mu, o alt dudağını kerpetenle çekip 100 kere "şom ağzımı kapatıcam" dövmesi yapmak istiyorum. Seçimi kimin kazandığının da bir önemi yok aslında, ama herif bir umutla uyuyup, seçim sonucunu öğrenme keyfimizin içine sıçtı bildiğin. (hehe seyfo, 12 sene sonra soktum ya lafı sana da, çok mu koydu cicimmm!)

6- Bir faşistin not defterinden alıntıdır.

-"Orhan Pamuk"
-"tu kaka!"
-"o niye o?"
-"türkiye'de 30bin kürt bi milyon da ermeni öldürüldü dedi çünkü."
-?!?!?!
-"şerefsiz!"
-"hacı okudun mu hiç sen orhan pamuk?"
-"ne okicam lan ben o vatan hainini?"
-"hacı, önyargı diyorum, bi denesen diyorum?"
-"olmaz nobel için vatanını sattı o"
-"iyi yazdığı için almış olamaz mı?"
-"abicim bu işin formülü belli, üç beş güzel kelimeyi arka arkaya yazıcan, sonra yurtdışında bir dergiye milletini kötüleyen bi demeç vericen, al sana nobel"
-"hıı çok biliyon"

7- Hayatın özeti, çiş, diş, duş, iş. bunlardan arta kalan zamanda, yemek yiyip bünyeyi şarz etme (ehehe), telefonun kıçına kabloyu takıp telefonu şarz etme, laptopi şarz etme, ipadi şarz etme. kısacası, çiş, diş, duş, iş, şarz. bi de nefes alma var tabii.. okşizen lazım! vücudun beeenzini!

8- Kitaplar var... Çocukluğumda okuduğum, bir daha ne adlarını ne sanlarını duyduğum. Arada sahaflara sırf onları bulabilmek için gidiyorum. 8 yaşında mesela, adını hatırlamıyorum. Gün ışığı vardı, çocuğun gömleğine yapışmıştı. Bütün gün birlikte eğlenmişlerdi. Akşam olunca gün ışığı gitmişti. Sonra... E=Mc2, Mon amour diye bir kitap... 13-14 olmalıyım okul kütüphanesinden almıştım. 2 üstün zekalı çocuğun aşkını anlatıyordu. Bir de Vincent Erving mahlasıyla yazılan Genç Kızlar. 30-40 yaş arasında olup okumayan kız var mı diye sorsam, ve var cevabını alsam, direk ayıplarım gibi geliyor. WTB those ones... COD pls!

9- Tatlı su ateisti ile tatlı su dincisi arasında bir yerdeyim. Tam bir "Tanrıya inanmıyorum ama bir güç var" durumu. İçimdeki boşluğu tamamen dolduramamak bir yana, doldurmaktan korkmak diğer yana. Kıçım sıkışınca "Aman tanrım" hafif gevşeyince "ya benden iyi tanrı mı olur?"

10- İnsanın tek bir insan tipini sevip, diğerlerini dışlaması ne komik di mi? "Gel de ne olursan gel" hiç bana göre değil. Işın tabancam olsa, mermi sıkıntısı çekerdim etrafımdan sevmediklerimi şutlicam diye.

Literature from a dummy


geldi/kaldi/güldü/öldü...

aşk böyle bişi işte... gelir... birkaç gün kalır, hem onu, hem seni güldürür, ama en çok kendisi güler, sonra bir gün ölür.

budur... bu döngüyü kabullendiğin an, tebrikler... kırdın kabuğunu, yırttın kozanı... kelebeksin artık sen. uç özgürce. hayat sana güzel! bir de arada "ucundan acik" kıymetini bilene rastlarsan. yürü be... hatta dur, yürüme sen... sen koş be!



27 Mart 2012 Salı

The "Click Sound" ya da "ελπισ" (umut)


Formül basitti aslında: 3 yunanca dövme, bir depresyon sabahı, müzik...

3 yunanca dövmeyi kırdık önce, depresyonu dilimledik ince ince, göz kararı da biraz rock kattık, kalktık bir "click sound" yarattık... "Click"

Nehir vardı önce, derin, karmaşık akıntılı... ve direnmek vardı, kollar yorulana kadar kaynağa doğru kürek çekmek. Bir "scoreboard" tadında, gizli rekabetin tadı damağımda, gol atılan anlarda hayata nanik yapip, yenilen zamanlarda siktir etmek vardı aslında... "Click"

Bir  "π" vardı, bir "δ" eklendi. Derken bir gün... bir "ελπισ" gördü... sağ kolda... porno! umut... ki ne umut... "hemşerim gel hele, bizim memlekettensin sen de" tadında başlayan bir konuşma, bir narsistik zedelenme, bir astrolojik deney, bir soru-cevap oyunu... "Click"

Aynı dönemlerde benzer yaşanmışlıklar? Hayır. Hayatın aynı evresinde olma? Hayır. Ortak zevkler? Hayır! Hay ağzına sıçayım, nereden çıkıyor bu ses o zaman? "Click" "Click" "Click"!

Ses yankılanmaya devam etsin beyinlerde... ve düşünsünler nereden geldiğini günlerce... "Click" "Click"?

"kız çok güzel latif şirin hem kitap kurdu hem bir ahu
venüs mü desem afrodit mi eli yüzü düzgün bir içim su"

Yok bu şarkının tek uyan kısmı  "ınının ınının ınınının"  o da dirty talk bazında. Başka birşey bulmak lazım... "Click" "ınınının"

You're just too good to be true... Can't "peyk" my eyes off of you... Hah bak bu oldu sanki "Click" Lol.

Ah dur... bir tane daha buldum "Peyk my breath away" "Click" Rofl.

"Peyk me back to the paradise city" "Click" Lmao!

"Peyk me to the magic of the moment" "Click" Roflmao!!!

Eh... kadın bu... bir yere kadar gülecek... bir yerden sonra yayları gevşeyecek. Çivileri çıktığı andan itibaren de... artık, kıçından mı? başından mı? e bir yerinden gelecek o ses! "Click" "Click" "Click"

Pandora'nın kutusundan kaçtın... Bana yakalandın.. "Click" Nihahoha!






Hüzünlü yumurta sarıları ya da... bir kırık gençlik hikayesi...




Ortaokul ve lisenin tamamını aynı adama aşık olmak suretiyle geçirmiş bir salağım ben. Aşk dediysem, platonik bile değil. Benimkinin yanında platonik aşk bildiğin karizma. Bütün olay, "geldi mi?" "gitti mi?" "of tatil geliyor", "görüşemiyecek miyiz şimdi?" "bilmem nerede parti, var gelir mi ki?" tadında. Abi bildiğin cool guy, ben de proma kimsenin davet etmediği kız modeliyim. 3 kız aklımıza gelmiş o dönemde, bir defter edindik, birbirimize mektup yazıyoruz. Birbirimize yazdığımız mektuplar da o dönemdeki aşklarımızın acınacak haliyle alay etme tadında. (İşin komik yanı, mevzu bahis bütün abiler ve ablalar facebook listemde, ifşa da edemiyorum). Kızlar sıkıldı bu durumdan bir müddet sonra, ben inat, günlüğe çevirdim olayı. Uğruna üstü salya sümük 4 cilt günlük bitirmişim, ilki hariç hepsini hala arşivimde saklıyorum (evlenirken babama emanet etmiştim, kaybetmiş ilkini!). Bugünlerde eksik baba figürüne bok atıyorum ama, abi öyle bir hızla sevgili değiştiriyor ki, benim günlükler mütemadiyen "tuvaletin önünde gördüm, x ile öpüşüyordu"*829 "hosta'nın orada gördüm, y ile elele tutuşmuştu"*645. Orta 3e geldiğimizde allahtan bir istikrar tutturdu da, ben de günlüklere ablayı yazmaktan sıkılıp, Cure resimleri, Depeche Mode şarkıları falan koyup son 2 cildin namusunu kurtardım.

90lı bişilerin Angara'sı. Bir pazar günü var, Tunalı Hilmi kapalı, kap patenleri git kay, cumartesi çok sıkıldıysan Akün ve sinema, ya da buz pateni. Yazsa yine iyi, çık yürü, kışsa hiç şansın yok. Grafitti var o zamanlar, bir de Manhattan pizza. Okulcak kesişme yeri olarak buralar bellenmiş. Sanırsın 3000 nüfuslu okul, yok değil ama buralar sayemizde kalkınıyor. Abiyle orada burada karşılaşıyoruz ama, invisible man bana kıyasla o kadar visible ki, görmüyor, görse de gözü bir yerden ısırıyor.

Konuya döneyim... İstanbullular irkilirler Gazi Osman Paşa deyince ama Angara'nın GOP'u, güzide semt. Biz Aşağı Ayrancı'da oturuyoruz, abi GOP'da. GOP otobüsleri bir elit böyle, Kızılay'da durmuyor, yürüyeceksin illa Bakanlıklar'a kadar, ben de tatlı su aşığı, bütün kış bunlar kızlı erkekli gruplar halinde yürüyorlar Bakanlıklar'a, abi neredeyse bütün yakın arkadaşlarımla kanka, millet ısrarla "sen de gel", "sen de gel", yok, ben paşa paşa biniyorum otobüsüme Kızılay'da, iniyorum evimin arka sokağında (hala aynıyım, 600 metre ötede beyaz atlı prens var deseler, başlarım arası 60 metre olan elektrik direği hesabı yapmaya "ya kim gitcek şimdi" modu). Bütün bir kış ve ilkbahar bu şekilde geçti. Yazla birlikte, yaz tatili de geldi. Okulun son günü bende bir karın ağrısı. "Tamam lan, toplicam cesaretimi, hava da sıcak zaten, giydim mi askılıyı, spor ayakkabıyı, beceririm herhalde o kadarcık yolu, bugün ben de yürüycem onlarla."

Çıktık okuldan, başladık yürümeye, hesaplayamadığımız şey sevgilisi olan gruba denk gelmek ve sevgili sayısının da o ve benden gayrı eşitlenmiş olması. Ara ki bulasın durumu. Nasıl coolum, özgüven patlamış, içimdeki canavar ortaya çıkmış, bir flörtöz, bir şen şakrak, yürüyoruz biz. Anlaştık da hani... Gima'nın önünden karşıdan karşıya geçtik, Bakanlıklar yönüne doğru seyirtmemizle birlikte, kafamda tak diye bir ses, bir sıcaklık, askılıdan açık kalmış kollarıma doğru akan bir yumurta beyazı... Tabii ya, okulun son günü! Yumurta savaşı!

Baktı... baktı... baktı... ve çift sarılıymış dedi...

20 sene sonra, yataktan kaldırdı bu anı beni... yazılması gerekiyormuş. Artık uyuyabilirim...