27 Mart 2012 Salı

Hüzünlü yumurta sarıları ya da... bir kırık gençlik hikayesi...




Ortaokul ve lisenin tamamını aynı adama aşık olmak suretiyle geçirmiş bir salağım ben. Aşk dediysem, platonik bile değil. Benimkinin yanında platonik aşk bildiğin karizma. Bütün olay, "geldi mi?" "gitti mi?" "of tatil geliyor", "görüşemiyecek miyiz şimdi?" "bilmem nerede parti, var gelir mi ki?" tadında. Abi bildiğin cool guy, ben de proma kimsenin davet etmediği kız modeliyim. 3 kız aklımıza gelmiş o dönemde, bir defter edindik, birbirimize mektup yazıyoruz. Birbirimize yazdığımız mektuplar da o dönemdeki aşklarımızın acınacak haliyle alay etme tadında. (İşin komik yanı, mevzu bahis bütün abiler ve ablalar facebook listemde, ifşa da edemiyorum). Kızlar sıkıldı bu durumdan bir müddet sonra, ben inat, günlüğe çevirdim olayı. Uğruna üstü salya sümük 4 cilt günlük bitirmişim, ilki hariç hepsini hala arşivimde saklıyorum (evlenirken babama emanet etmiştim, kaybetmiş ilkini!). Bugünlerde eksik baba figürüne bok atıyorum ama, abi öyle bir hızla sevgili değiştiriyor ki, benim günlükler mütemadiyen "tuvaletin önünde gördüm, x ile öpüşüyordu"*829 "hosta'nın orada gördüm, y ile elele tutuşmuştu"*645. Orta 3e geldiğimizde allahtan bir istikrar tutturdu da, ben de günlüklere ablayı yazmaktan sıkılıp, Cure resimleri, Depeche Mode şarkıları falan koyup son 2 cildin namusunu kurtardım.

90lı bişilerin Angara'sı. Bir pazar günü var, Tunalı Hilmi kapalı, kap patenleri git kay, cumartesi çok sıkıldıysan Akün ve sinema, ya da buz pateni. Yazsa yine iyi, çık yürü, kışsa hiç şansın yok. Grafitti var o zamanlar, bir de Manhattan pizza. Okulcak kesişme yeri olarak buralar bellenmiş. Sanırsın 3000 nüfuslu okul, yok değil ama buralar sayemizde kalkınıyor. Abiyle orada burada karşılaşıyoruz ama, invisible man bana kıyasla o kadar visible ki, görmüyor, görse de gözü bir yerden ısırıyor.

Konuya döneyim... İstanbullular irkilirler Gazi Osman Paşa deyince ama Angara'nın GOP'u, güzide semt. Biz Aşağı Ayrancı'da oturuyoruz, abi GOP'da. GOP otobüsleri bir elit böyle, Kızılay'da durmuyor, yürüyeceksin illa Bakanlıklar'a kadar, ben de tatlı su aşığı, bütün kış bunlar kızlı erkekli gruplar halinde yürüyorlar Bakanlıklar'a, abi neredeyse bütün yakın arkadaşlarımla kanka, millet ısrarla "sen de gel", "sen de gel", yok, ben paşa paşa biniyorum otobüsüme Kızılay'da, iniyorum evimin arka sokağında (hala aynıyım, 600 metre ötede beyaz atlı prens var deseler, başlarım arası 60 metre olan elektrik direği hesabı yapmaya "ya kim gitcek şimdi" modu). Bütün bir kış ve ilkbahar bu şekilde geçti. Yazla birlikte, yaz tatili de geldi. Okulun son günü bende bir karın ağrısı. "Tamam lan, toplicam cesaretimi, hava da sıcak zaten, giydim mi askılıyı, spor ayakkabıyı, beceririm herhalde o kadarcık yolu, bugün ben de yürüycem onlarla."

Çıktık okuldan, başladık yürümeye, hesaplayamadığımız şey sevgilisi olan gruba denk gelmek ve sevgili sayısının da o ve benden gayrı eşitlenmiş olması. Ara ki bulasın durumu. Nasıl coolum, özgüven patlamış, içimdeki canavar ortaya çıkmış, bir flörtöz, bir şen şakrak, yürüyoruz biz. Anlaştık da hani... Gima'nın önünden karşıdan karşıya geçtik, Bakanlıklar yönüne doğru seyirtmemizle birlikte, kafamda tak diye bir ses, bir sıcaklık, askılıdan açık kalmış kollarıma doğru akan bir yumurta beyazı... Tabii ya, okulun son günü! Yumurta savaşı!

Baktı... baktı... baktı... ve çift sarılıymış dedi...

20 sene sonra, yataktan kaldırdı bu anı beni... yazılması gerekiyormuş. Artık uyuyabilirim...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder