Uyuyakalmışım... film seyrederken...
Kabus... ama nasıl kabus... yazmazsam unuturum... unutmaktan korktuklarımdan...
Gecenin bir vakti, pazar günü, kuaföre gidiyorum. Alt tarafı fön çektireceğim. Tuhaf bir kuaför, pembe müstakil bir bina, 2 basamak inip, beyaz oymalı bir demir kapıyla geçiliyor. Girdim içeri, bir iki saçlarına jelatin sarılmış kadın, bir manikürcü, bir kuaför. Manikürcüye, "şaşırdım, açıkmışsınız" dedim. Kadın, pazar günleri savruk ve tembel kadınlar için sabah 4'e kadar açık olduklarını söyledi. Fön çektireceğim alt tarafı... İngilizce konuşan (?!?!?!?), koyu kumral saçlı, yakışıklıca, bir kuaför, saçlarımı yıkamak için yıkama setine gitmemiz gerektiğini söyledi. Yıkama seti arkada. Kuaförün arkasına bir geçtik, ayrı bir bina sanki. Yerler mavi, eskimiş otel halıları gibi, merdivenlerin trabzanları soyulmuş altın. Güzel günler görmüş bir bina belli ki, ama eprimiş... Kumarhaneymiş. Görmek ister misin diye sordu içerisini, istemedim. İstiyorum ki, bir an önce yıkatıp saçlarımı insanların arasına döneyim. Bu arada şakayla karışık, yüzünde pis bir ifade ile elle taciz etmeye başladı beni. Gerisin geri koştum, ağlayarak dükkandan çıktım, arabama bindim... Çantamı bırakmışım.
Hangi ara geldi bilmiyorum ama, arabada miskin var. Zor günlerimde yanımda olan, derdimi dinleyen, akıl veren arkadaşlarımdan biri... ama çok kızgın... ben ağlıyorum, o ağlama diye bana kızıyor. O kızdıkça ben daha çok ağlıyorum. Elimde bir anahtar, ustunde mavi bir ip ve bir nazar boncuğu. Annemlerin evinin anahtarı, annemlere gitmemiz gerekiyor ama, saçlarımın yarısı tuhaf bir şekilde yolunmuş. Ben evime gideyim diyorum miskine. Daha çok kızıyor iniyor arabadan...
Sahil yolu gibi bir yerdeyim. Ama nedense kendimi 3 sene önceki eski erkek arkadaşımın evinin önünde buluyorum. Eski evi değil. Ama ben buraya bir kere daha gelmiştim. Bir binanın zemin katı... Arkada kocaman bir bahçe, kediler köpekler var. Eski halinde, bir tane tamir edilecek eski araba vardı, garajın içinde disko topu gibi bişi vardı, parti yaptıklarını düşünmüştüm önceden, pis bir yerdi, şimdi daha derli toplu diye düşünüyorum yada bu rüyanın içinde bir rüya mı? Bilmiyorum. Kız arkadaşıyla alışverişten dönmüşler, eşyaları taşıyorlar. Arabamı onların arabalarının yanına park edip arabadan iniyorum. Beni görmüyorlar. Görmediklerine seviniyorum. Camdan teyzesi bakıyor, çok severdim onu eskiden... El sallamak istiyorum ama görmediklerini hatırlıyorum. Bu arada yine kedi-köpek kokusu yoğunluğundan midem bulanıyor.
Sabah olmuş...Tekrar yola çıkıyorum...tuhaf ara sokaklar, bir türlü ana caddeyi bulamıyorum. İstanbul'un hangi yakasında olduğum konusunda bile bir fikrim yok. Ara sokaklardan giderken, ne alakaysa, kendimi karların üzerinde buluyorum. Araba binaların çatıların üzerinde, ağır, siyah, üzerinde ne işareti olduğunu anlayamadığım bir kapının önünde yarı beline kadar kara gömülüyor. Arabadan iniyorum ama yürümeme imkan yok. Yolu görebilmek için ilerlemem lazım. Karların içinde, çatının kenarına kadar yürüyüp, bir sonraki çatının karla kaplı olmadığını görüyorum. Çişim var... Arabaya kadar bile gidemiyorum... Olduğum yerde altıma yapıyorum. Arabanın yanına geldiğimde, ağır demir kapının arabanın arkasını ezmiş olduğunu, akordeona çevirdiğini görüyorum, tekrar ağlamaya başlıyorum. Arabaya biniyorum, karlardan ve çişten üstüm ıslak, herşeyi çıkartıyorum. Bagajda hep giysi olur ama kapı öyle ezilmiş ki alamıyorum. Üstümde bir tek t-shirt, araba çalışmıyor.
Deli gibi pedal çevirerek, arabayı damdan dama atlatıyorum, Sultanahmet meydanı gibi bir yerdeyim. Sol tarafımda büyük büyük ağaçların altında bir kafe. Öğleden sonra güneşi, demek o kadar debelenmişim karların içinde diye düşünüyorum. İnsanlar kafede cıvıl cıvıl. Karşı yolda pazar kurulmuş gibi ama böyle, kapalı çarşıda sattıkları ponponlu terliklerden, dansöz kıyafetlerinden falan satıyorlar. Yolun sağına bir Havaş otobüsü park etmiş. Bir adamla bir kadının yanına yaklaşıyorum. Adam kel, üstünde lime lime olmuş bir deri ceket var. Yanındaki kadın ondan en az 20 yaş küçük. Dudakları silikonlu ve pembe rujlu. Adama yolu soruyorum. Tarif etmemekte direniyor. Sürekli arabaya binin, biz götürürüz diyor, arabamı burada bırakamam diye ısrar ediyorum ben de... en sonunda yanındaki kadın kızıyor. Cep telefonunu uzatıyor bana, istediğini ara, gelsin alsınlar seni diyor. Annemi arıyorum... 0 532... o anda başucumda çalan telefonun sesiyle irkilerek uyandım...
Sorun ne? Sorun aşk acısı... 2 haftadır böyleyim... Canım yanıyor, tam kabuklanacak o yaralar, kaşıyorum ben, kenarlarından kopartıyorum. O yaranın iyileşme esnasındaki kaşıntısını tatmin etmek, anlık zevk veriyor... Ertesi sabah canım daha da acıyor.
Bu sabah karar verdim, yaramın iyileşmesine izin vermeye... Bu sabah, kaşımamaya karar verdim. Bütün sabah ağladım. Evdeki bütün Uno'ları yedim, yiyemediklerimi Tiftik yedi.
Üstüne bi koca KFC tavuk yedim, "a little princess"i 150bininci kez seyrederken. Ve 150bininci kez iki gün sonra unutacağımı bilerek içimden "bütün kızlar prenseslerdir" dedim. Uyuyakalmışım... Yaramın telefonuyla uyandım... kaşımamaya karar verdim... açmadım....
Rüya tabirlerinden, yorumlarından hiç anlamam, haz etmem, bana birisi rüyasını anlatsa, "kıçın açıkta kalmış, bir daha yorganını daha sıkı ört" derim. Ama ben bunu...eğer bir yerlerde varsalar, tanrılardan bir uyarı olarak aldım...
Tacize uğramadın,
Çantanı kaybedip, sokakta cep telefonsuz, 5 parasız kalmadın,
Gidebileceğin bir evin, bir anne evin var,
Ve bunların yolunu bulabilecek akli melekelerin,
Altına işeyip toplum içinde kendini rezil etmiyorsun,
Bir araban var... arasıra çarpıyorsun ama olsun,
Her gel diyenle gitmiyorsun...
ve sen o 3 sene önceki erkek arkadaşınla olan ayrılığı atlattın!
Derdin yaran mı? Al o da aradı işte...
Şimdi sen adam ol... adam ol... kaşıma... o telefonu... açma!