16 Nisan 2012 Pazartesi

Muammer Karaca'dan Afife Jale'ye... Kafkasal bir masal!



2011, ağustos... Herşeyi kurtaramasam da bir kısmını kurtarmaya karar vermişim hayatımın, öyle gaza geldim ki, "Quantum Mechanics" ile ilgili ne bulursam okuyorum. "The Big Book" ezberimde, "Secret"i yaladım yuttum. Ve görseli içselleştirme zamanım geldi. O zamanlar yazmazdım, çizerdim... Aldım elime kalem kağıdı, çizdim... Hayallerim ne kadar büyük olursa, Evren beni o kadar önemser diye düşündüm. Bir kırmızı halı... bir bordo gece elbisesi... bir siyah CL... bir Oscar, bir Johnny Depp, bir milyon dolarlık ismime bir çek. Ve bir de kontrol referansı. Mavi üzerine beyaz puantiyeli Bic 0.7 kalem. Olay mavi üzerine beyaz puantiyeli Bic 0.7 kalemde bitiyor. O kalemi buldum, Oscar'ı aldım. Kurduğum mekanik böyle çalışıyor.

2011, eylül... Peykan bu ayol. Haydı, huydu, olduydu, kaldıydı derken... mani patlarmış inceden, gece gece. Geceleri başıma gelir benim ne gelirse. 3 şirket... 3'ünün de temeli gece 3de atılmış... Gece 3 yine, kıpır kıpırım. Google'da tiyatro oyuncusu aranıyor yazan bütün ilanlara tek tek bakıyorum. Hep deneyimli, hep deneyimli arıyorlar. E sen oynatmazsan, ben oynatmazsam, nasıl deneyim kazansın bu yavrucak? Neyse... bozma moralini... elimde bir kağıt... listenin üstü çizik çizik. Sıra geldi...

Tena Tiyatrosu diyor... Gökçe Çetiner diyor... ama deneyimli oyuncu demiyor. Hmmm.... bir kahve alayım ben...

Gecenin 3'ünde aramadım tabii... ertesi sabah aradım.

- ööööö Gökçe hanım? (aaalamam, eeelemem, ııııılamam ben, heyecanlanınca bildiğin ööööölerim)
- buyrun? (septik ama böyle, sanırsın, ilk doğan çocuğunuzu bize verir misiniz diye aramışım)
- ööööö tiyatro ilanınız için aramıştım? (ööölemekten ağlamaya geçicem az kaldı)
- buyrun? (aynı septik ses devam ediyor, yok bacım, çocuğun senin olsun, allah bağışlasın)

burada... bende bir kopuş... mani kıçımda patlıyor... dur durak bilmeden konuşmaya başladım. ne anlattım yarısını bile hatırlamıyorum. eğitimim yok... deneyimim yok... muhtemelen yeteneğim de yok... ama istiyorum... hiç olmazsa bir gram sahne tozu yutmak istiyorum.... oynatmayacaksanız da, dekor taşırım, yemek yaparım, kostüm ütülerim... awwwww buluşalım dedi! konuşalım dedi! üstüne üstlük, yarın dedi!

yarın oldu... ben odunu yontarım dedi! oynatırım dedi. kimler oynadı, sen mi oynamayacaksın dedi. provaya gel dedi! gittim...

2011, aralık... oyun zamanı dedi! korktum... Muammer Karaca dedi! hadi canım...

İlk yuttuğum sahne tozu Muammer Karaca oldu. Nice büyük üstadlara oynamanın kısmet olmadığı sahne. Uğruna şiirler, şarkılar yazılmış... her santiminde ayrı bir tarih yatan sahne... Nasıl bir duygu? Ben bu duyguyu biliyorum! İlkokul 1 Okuma Bayramı. Duygusu benzemese de sonu aynı! Peykan kafayı kaldırır, babasını görür, bildiği herşeyi unutur. Kamyon farına tutulmuş tavşan misali! Bu sefer babamı görmekten değil ama... 14bin watt gözümü aldı.

38 saniyede 38bin hata yaptım o gün ben. (sahnede yanlış yerde durdum, bakmamam gereken oyuncuya baktım, replik unuttum, replik üstüne bastım, sesim düştü, içimden birşeyler koptu düştü, ayağım takıldı, ben düştüm sanıyordum, heyecandanmış, düşmemişim)Sahnedeki 4 kişi, biri sufle verdi, diğeri kaş göz işareti yaptı, bir başkası benim söylemem gereken repliği evirdi çevirdi söyledi... ve show devam etti. çıktım dışarı... tebrik ettiler bir de üstüne... budaklı odunum. hem de artık en tescillisinden.

mahçupum. ilk yenilgim değil bu hayatta. ama tepki vermem lazım şimdi benim.  ama olsun... ne dedim? oynayamazsam yardım edicem... başladım arkayı çekip çevirmeye... sanatsal tarafım az olsa da, iş business'a gelince... çalışır kafam...

CV hızla uzadı sonra...

Bakırköy Büyülü Sahne
Göztepe Halis Kurtça
Kadıköy Barış Manço
Ortaköy Afife Jale...

CV ile birlikte... ben de uzadım sanki. 1.52'yim hala tabii.. cep insanından, cep oyuncusuna doğru bir evrilme var. Hatasız oyunum 1 tane... Ortaköy Afife Jale... ama hata sayım 38binden hızla indi aşağı. Heyecanlı mıyım? Hala İlkokul 1 Okuma bayramındaki kadar. İyi miyim? hahaha hiç olmayacağım ki? Ama... alıştım. tozuna da... tozunu almaya da... ışığına da... o ışığın ne zaman açılması gerektiğini düşünmeye de alıştım. O tozla, benim tozlarım yok oldu... o ışık... içime işledi.

ah o Gökçe... son bombasını da geçen hafta patlattı. 14 Mayısta, bir kez daha oynayalım dedi. Ama bu sefer, yarışmada birincilik için dedi...

Sahi Oscar'a ne kaldı?

İthaf : kısa zamanda benim için yönetmenlikten çıkıp, iyi arkadaşım kategorisine hızla yükselen Gökçe'ye... tüm taşkınlığımıza tahammül edip, beyefendiliğinden gram kaybetmeyen, eşi, Serkan'a.... yüzüm asıksa, benimle yüzünü asmak yerine, beni güldürmek için suratımda estetik operasyona bile kalkışan Tarkan'a, oyun ortasında gülmemek için ağzıma havlu tıkamama neden olup, sahneden çıkar çıkmaz "aferin"i için whatsapp'ima koşturan Ekin'e, belini incitmek pahasına, sırf bir prova daha alabilelim diye, o müthiş uçuşu defalarca tekrarlayan Kaan'a, her sahne çıkışımda, iki baş parmak havada, gülümser bir suratla karşılayan Levent'e, şapşallıklarımı sahnede ustalıkla örten Şebnem'e... Bir de Hüseyin var tabii... ouh beybi!

Son teşekkür... Zaman zaman çemberin içinde, zaman zaman dışındaydı aslında. Ama... içimdeydi çok çok. Aklımdaydı. Hayatımın yalnızca tiyatro kısmına ellemedi o... insanlığıma elledi. ezginin günlüğü'nden özür dileyerek : aşk hiç biter mi? kalır, bir mesajda, bir "pamuk romanında", bir arkadaşlıkta, bir hormonal hezeyanda...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder