Arızayım ben... öyle mi doğdum, sonradan mı oldum bilmiyorum. Bir yerden sonra kabullendim ama... Arızayım. Her sabah ben uyanmadan bir tombala çekiliyor, o günkü ruh halimin nasıl olacağı ile ilgili. Ve ben bütün bir günü o ruh haliyle geçiriyorum. Bugün mesela, sayıların dünyasına uyandım.
Bütün dünya siyah fon üzerinde beyaz sayılı. Üstünde 22 yazan biri ekmek alıyor, 16 elindeki benzinlik kartını kasaya uzatırken, 22'ye ters ters bakıyor. 57 numaralı kasiyer bir yandan 22'nin uzattığı 1 lirayı hızlıca kasaya atarken, bir yandan 16'nın elindeki benzinlik kartıyla, kredi kartını ustalıkla alıyor. Arkamda üstünde oldukça pahalı bir takım elbise olan, suratında riyakarlara bahşedilmiş gülümsemesiyle 2 duruyor. Ayna görmeye çalışıyorum... Ben kaçım diye, ama kocaman bir boşluk var durduğumu sandığım yerde. Bana bir sayı atfedilmemiş. O anda anlıyorum... kendime bir sayı veremem ki ben? Objektif olmaz...
Peki ne bu sayılar? Hiç tanımadığım insanların üzerinde? Tabii ya... önyargılarım bunlar benim. Kafamın matematiğe diğer sosyal bilimlerin hepsinin toplamından fazla basmasından kaynaklanıyor. İnsan hesap kitabında, klasik spor totom... Ev sahibi takıma 1 puan, deplasman takıma 2 puan, beraberliklere 0 puan... Tanımadığım insanlar da artık sempatikliklerine, kılık kıyafetlerine, etraftaki insanlara ve bana olan davranışlarına göre alıyorlar ilk puanlarını. Kısacası, bir nev-i fiyat etiketi.
Gönül insan ilişkilerinde çok gollü beraberliklerin peşinden koşuyor. Bol anılı, eşitlik içinde, kendilerine ait bir dünya kurmak istiyor. Ama olmuyor, birilerine eksikken, diğerlerine fazlasın işte. Yapacak birşey yok... Herkes herşeyleşiyor, herşey etiketleniyor. Etiketlenenler ise benim kafamda ilgili çekmecelerine kaldırılıyorlar. Harcanabilirler, harcanamazlar... Ah bir de saplantılarımdan kurtulup, çekmece temizliği yapsam zaman zaman...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder